30 Aralık 2012 Pazar

Mahmud Sami Efendi Hz Belgesel´i(6)

Mahmud Sami Efendi Hz Belgesel´i(5)

Mahmud Sami Efendi Hz Belgesel´i(4)

Mahmud Sami Efendi Hz Belgesel´i(3)

Mahmud Sami Efendi Hz Belgesel´i(2)

Mahmud Sami Efendi Hz Belgesel´i (1)

28 Aralık 2012 Cuma

Kader, kaza ve cüz-i irade

Madem meselemiz kaderdir. O halde konumuza geçmeden evvel bazı kelimelerin anlamlarını bilmek zorundayız. www.imanehli.blogspot.de

Kader hakkında konuşmak doğru mu?..

Peygamber Efendimiz (asv) Kader Hususunda Konuşmayı Yasaklamış mıdır? Peygamberimizin (asv) kader hakkında konuşmayı yasaklayan hadislerini nasıl anlamalıyız? www.imanehli.blogspot.de

Kadere İman - Giriş

Kadere iman, birçok insanın kavrayamadığı bir meseledir. Hemen hemen herkesin kafasında şu sorular vardır: “Kader değişir mi? Allah benim kaderime günah işleyeceğimi yazmışsa benim suçum ne? Evlilik de kader midir? Madem kaderinde ölecek yazılmış,... www.imanehli.blogspot.de

Güvenip Gevşemeyin M. Sâmi Ramazanoğlu

Güvenip Gevşemeyin M. Sâmi Ramazanoğlu 2012 - Aralık, Sayı: 322, Sayfa: 030 Allah Teâlâ buyuruyor: ÇO gün her bir kimse kazandığı ne ise onun karşılığını görecektir!È (Gâfir sûresi, 17) Bu âyet-i celîlenin beyanına göre, bu dünyada her bir kula az veya çok bir mühlet verilmiştir. Fakat hiç bir kul ihmal edilmemiştir. Bu sebepten dünyanın âlâyişi hiç bir mü’mini aldatmamalıdır. Ondan itaat ehlinin de, isyân ehlinin de nasibi vardır, fakat bu âhiretde üstünlük sebeblerinden değildir. “Âyetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helâke götüreceğiz.” (A’raf sûresi, 182) âyet-i celîlesinin izahında Sehl bin Abdullah et-Tüsterî demişdir ki: ÇOnlara türlü nimetler vererek nimet günlerini uzatırız. O nimetlere şükrü de unuttururuz. Her bir nimete nâil oldukça nimete nazar ederler, nimeti vereni görmezler, bu hal içinde iken fenâ bulup giderler.È Bu âyet-i celîlenin izahında Ebû’l-Abbas bin Atâ da demişdir ki: ÇOnlar her bir hatâ işledikçe yeni bir nimet veririz. Biraz evvel işledikleri hatâ ve günâhdan istiğfar etmeyi unuttururuz.È Akıl sahibine gereken dünyânın alâyişi, süsü, zîneti ile aldanmamak ve Allah’dan gayrisi ile sevinmemektir. Çünkü O’ndan gayri ne varsa bâtıl ve zâildir. Zevâl bulan şeylere aldanmak ise kâmil akıl sahiblerine yaraşmaz. Allah’ın dünyâda âsîlere mühlet vermesinin hikmeti suâl olunursa denilir ki: Cenâb-ı Hakk’ın onları bir anda helâk etmeyişinin sebebi kullarına re’fet ve rahmetinin, afv u ihsânının büyüklüğünü gösterip ısyândakilere tevbe imkânı bulundurmak, tâatdakilerin de kendine bağlılığını, muhabbetini, artırmak ve Zâtı için, nimet vermek helâk etmek ve intikam almakdan daha sevimli olduğunu göstermekdir. Ateşi bunun için yaratmışdır. Bu hususda iki misâl vardır: Meselâ ağniyâdan birisi bütün memleketi yemeğe davet ediyor ve diyor ki: ÇZiyafetime her gelen ikrâm görür, gelmeyene ise bir şey yokdur.È Diğer birisi de şöyle söylüyor: ÇZiyâfete gelene sonsuz ikrâm vardır. Gelmeyene ise dayak ve hapis vardırÈ Bunu, cömerdliğinin kemâli görünmesi için yapar ki, birincisinin ikrâmından daha ileridir. Allah da kullarına: ÇAllah bütün kullarını Dârü’s-Selâm’a, (huzur, sükûnet, emniyyet, selâmet ve saadet yurduna) davet ediyor!È (Yunus sûresi, 25) kavl-i kerîmiyle davet çıkarmışdır. İbrahim -aleyhisselâm- bu davete icâbetde hiç gecikme göstermemiş, Rabbi ona ÇKendini Allah’a teslim et!È der demez: ÇTeslim oldum âlemlerin RabbınaÈ deyivermişdir. * * * Rivâyet edildi ki, ÇÖnce en yakın akrabalarını uyarÈ (Şuara sûresi, 214) âyeti nâzil olduğu zaman Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- yakınlarını topladı onları uyararak şöyle dedi: Ğ ÇEy Ka’b b. Lüey oğulları! kendinizi ateşten kurtarınız, ey Mürre b. Ka’b oğulları! kendinizi ateşten kurtarınız’, ey Abd-i Şems oğulları! kendinizi ateşten koruyunuz, ey Hâşim oğulları! kendinizi ateşten koruyunuz! ey Abdu’l-Muttalib oğulları, nefsinizi ateşten koruyunuz, ey Fatıma! Sen de nefsini âteşten koru. Zirâ ben senin için Allah’tan hiç bir şeye mâlik değilim.È Yâni Allah size azab etmek isterse âhiretde sizden bir belâyı kaldırmaya gücüm yetmez. Ben ancak, Allah’ın bana izin verdiği kimseler hakkında şefaatçi olacağım. Allah da, azâb etmeyi dilemediği kimseler hakkında ancak bana izin verecektir. Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- yakınlıklarına, güvenip, gevşemesinler diye akrabalarını îman ve-amele teşvik için, böyle buyurdu. O halde mutlaka vasiyet gerektiği gibi din babında da sakındırmak îcab eder. Zirâ insan, şer ehline yaklaştıkça onların ahlakıyla ahlaklanacağından korkulur. Kişi, şerliler gibi davranmaya başlayınca, bu temâyül onu cehennem çukurunun içine çeker. www.imanehli.blogspot.de Ramazanoğlu Mahmud Sâmi, Bakara Sûresi Tefsiri, s. 193-198 alintidir..www.altinoluk.com

27 Aralık 2012 Perşembe

Nereden ve Nasıl Aldın?

Nereden ve Nasıl Aldın? Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk 'r.a.' hazretlerinin bir kölesi vardı. Ömrünün sonlarında her akşam iftâr vaktinde yemek getirirdi. Âdet-i şerîfleri öyle idi ki, nereden ve nasıl aldığını, kimden satın aldığını, onun san'atı ve mesleği ne olduğunu o köleden sormayınca o yemekden bir lokma ağzına koymazdı. Bu köle bir gece yine yemek getirdi. Ebû Bekr-i Sıddîk 'r.a.' süâl etmeden, mubârek elini uzatıp, bir lokma yemekden aldılar. Köle dedi ki: - Ey Efendi. Ne oldu ki, bu akşam sormadan yemeğe el uzatdınız. Ebû Bekr-i Sıddîk 'r.a.' hazretlerinin mubârek gözleri yaş ile dolup, buyurdu: - Yâ Gulâm. Açlık bana sıkıntı verip, sabırsızlandırdı. Böylece bu hâl başıma geldi. Şimdi bana haber ver ki, bu akşam yemeği nereden getirdin. Köle dedi ki: - Câhiliyye vaktinde, raks ve oyun oynardım. Bir gruba raks etdim. Onlara hoş geldi. Bana dediler ki, şimdi bir nesnemiz yokdur. Va'd etmişlerdi ki, elimize birşey geçdikde sana iyilik ederiz. Ben bugün gördüm ki, onların elleri doludur. Ben va'dlerini hâtırlatdım. Yiyeceği bana verdiler. Ebû Bekr-i Sıddîk 'r.a.' bunu işitdi. Çok üzüldü. Ağladı. Yemeği önünden atdı. Parmağını boğazına o kadar sokdu ki, kay' etdi. O lokma karnından dışarı geldi. Kendine eziyyet verdi. Mubârek yüzü göğerdi ve karardı. Mubârek yüzünün şeklinin değişikliğini görenler, bir mikdâr su içmesini ve bu üzüntüden halâs olacağını söylediler. Sıcak su getirdiler. İçdi, bir kerre dahâ kay' etdi. Rahâtsız oldu. İnceledi ki, karnında bir şey kalmadı. Dediler ki, - Yâ Sıddîk, bu kadar kendinize sıkıntı ve zahmet, bir lokmadan dolayı mıdır. Buyurdu ki, evet. Resûlullah 's.a.v.' hazretlerinden işitdim. Buyurdular ki, - Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, yidiği harâm olan kimselere Cenneti harâm etmişdir. Sonra başını yukarı kaldırıp, - Yâ ilâhel âlemîn! Yidiğim lokma için elimden geleni yapdım. O lokmaları kay' etdim. O lokmadan damarlarımda birşey kaldı ise afv et. Bu za'îf kulun, Cehennem azâbına dayanamam diye, düâ buyurdu. Bu o Ebû Bekrdir ki, Resûlullah 's.a.v.' hazretleri, (Ebû Bekr benim gözüm ve kulağım gibidir)buyurdu www.imanehli.blogspot.de

Pusula (dini hikaye)

Hamdi amca, Mücahit’i bir Cuma namazında camide görmüştü. Namazdan sonra yanına yaklaşarak dedi ki: —Delikanlı senin gibi gençleri camide görmek, beni umutlandırıyor. Aferin sana hep gel camimize olur mu? —Efendim, aslında ben bu civarda oturuyorum; ama bu camiye gelmiyordum, bir arkadaşımla başka bir camiye gidiyorduk. Arkadaşım artık benden ayrıldı, ben de bu camiye geleyim dedim. —Ya neden ayrıldı senden? —Aslında iyi çocuktur Murat. Babası ölünce bocaladı, etrafında onunla ilgilenecek akrabalarından da kimse olmayınca başıboş ne yapacağını bilemez bir halde sağda solda gezmeye başladı. Bu arada bir kız takılmış peşine, bu istemeyip kaçtıkça kız daha ısrarcı olmuş sonunda kafalamış bizimkini. Dershane falan derken, ilgilenen de olmayınca, önce namazı bıraktı, sonra arkadaşlardan uzaklaştı, şu anda kaybolmak üzere… —Ne demek kaybolmak evladım, yolu bilmiyor mu bu çocuk? —Amca, bu arkadaşımın bir tanesi. Böyle çok arkadaşım vardı, hepsi şu an yok, senin anlayacağın, kayıplara karıştılar. Kayıp yani. —Peki, bu kadar kayıp arasında sen nasıl kaybolmuyorsun? —Amcacığım benim pusulam var, ben kaybolacağımı anladığım zaman o pusulaya bakıp yolumu düzeltiyorum. —Bahsettiğin nasıl bir pusulaymış acaba, pek merak ettim. Herkese verelim bu pusuladan da, kaybolmasınlar. —Bu çok hassas bir pusula, herkeste olsa da, çoğu kullanamıyor. Kullanmayınca da, yönünü bulamıyor. —Neden ki evlat? — Ailenin ilgisizliği ve çevrenin olumsuz etkileri gibi bazı sebepler varsa da, bu daha çok nasip meselesi amca, nasip meselesi. —Seni çok sevdim, ara sıra uğrasan da sohbet etsek, ben hep bu camideyim. —Ben de sizi sevdim, inşallah tekrar geleceğim, sizinle sohbet etmek çok güzel. Allahaısmarladık. —Doğrusu, yıllar var, ben de senin gibi akıllı bir delikanlıyla sohbet etmemiştim. Çok sevindim, var git selametle, gene gel sohbet edelim seninle. Hamdi amca, hakikaten de yıyllardır dişe dokunur bir gençle karşılaşmamıştı. Mücahit’in dediklerini düşünüp, (Gençliğinden beklenmeyecek laflar etti, çok şaşırdım doğrusu, demek hâlâ böyle evlatlar yetişiyormuş) demekten kendini alamadı. Z. ALKAN Alıntı;mumsema sitesinden www.imanehli.blogspot.com